3 Aralık 2019 Salı

TOPKAPI SARAYI'NIN BİLİNMEYENLERİ

Üç kıtaya yayılacak bir imparatorluğun yönetim merkezi, Osmanlı hanedanın ikametgahı, İmparatorluğun yönetiminde görev alacak Devlet adamları ve eşlerini yetiştiren mükemmel bir eğitim merkezi. Osmanlı sanatını en üst noktasına taşıyan, yönlendiren ve biçimlendiren bir sanat akademisi.
Boğaziçine doğru uzanan bir yarımada içinde yer alan Saray bir yanında Haliç diğer yanında Marmara Deniziyle çevrilidir.  700 bin metrekarelik bir alana yayımış Sarayda ilk yapılanma Fatih Sultan Mehmet döneminde başlar. Daha sonra gelen Padişahlar eklemeleriyle büyük bir saray manzumesi oluşturmuştur.



  • Bu Sarayın Yerini Kim Seçmiştir? 


Topkapı Sarayının yerini Fatih Sultan Mehmet seçmiştir. Aslında şehri fethettikten sonra ilk tercih ettiği yer yani ilk Saray  bugünki Beyazıtta bulunan İstanbul Üniversite'nin merkez binasının olduğu yerdeydi. Hem kentin merkezindeydi hem de güvenlik açısından iyi yer burasıydı. Lakin 2. Sarayı , Topkapı Sarayı'nın bulunduğu yerde kurdu. Burası boğaza doğru uzanan bir yarımadadır. Etrafı surlarla örüldü ve şehirle bu alan birbirinden ayrıldı. Yaklaşık 700 bin metrekarelik bir alan , bir tarafı Marmara Denizine diğer yanı Haliç'e bakan, tam bir açıdan da boğaza direk açılan bir yer ve kentin en parlak noktasıdır. Fatih hiç süphesiz özenle bu Sarayı belirledi ve onu da surlarını,binalarını,avlularını da bizzat inşa etti. Bu sarayın asıl banisi Fatih Sultan Mehmet'tir.




  • Saray Günümüze kadar değişime uğradı mı ?

Hiç şüphesiz her Osmanlı Padişahı tahta çıktıktan sonra bu saraya bir şeyler ekledi. Fatih'ten sonra gelenler bu sarayda yaşadılar ve Abdülmecit'e kadar da herkes bu yapıya bir takım binalar inşa ettiler. Bu çok enterasandır ki her biri bazen küçük bir daire bazen de büyük mekanlar talep edip inşa ettiler lakin tabi ki asıl esası Fatih Sultan Mehmet tarafından oluşturuldu.
Fatih'te bomboş bir alanda bunları tasarlamadı onu da unutmamak gerekir. Sarayın bulunduğu arazide hiç süphesiz Bizans devrinden kalan başka yapılarda vardı. Aslında Topkapı Sarayının yerinin önemliliği 2700 yıl önce Bizans'ın kurucusu Bizans ile başlıyor. Bizans Delfi'deki meşhur bir kaine gider ve kaine yeni şehrinin yerini merak ettiğini ve buranın neresi olduğunu sorar. Kain ise; Bizans'a yeni şehrinin körlerin Şehrinin karşısında olacağını ve en parlak en üst noktada olacağını söyler. Bizans buna pek anlam veremez ve yola koyulur. Çanakkale Boğazını geçer ardından İstanbul Boğazına gelir. Sol tarafına baktığında bugün Topkapı Sarayının olduğu yerde bir tepecik alan görür ve der ki ; ' Akropol yani en yüksek nokta olmak için ideal bir alan ve burası benim şehrim olmalı 'der. Sağına baktığında ise Kadıköy civarında yaşayan insanları görür ve onlara hitaben bunlar kör olsa gerek bu kadar güzel bir yeri görememişler ve oraya yerleşmişler. '' o çercevede kadıköye kalketen yani körler şehri diyorlar. Bizans buraya yerleşir ve ilk sarayını buraya yapar .




  • Saray Nasıl Isıtılırdı ?



Aslında Sarayı ısıtmaya çalışmıyolardı. Kendilerini sıcak tutmaya çalışıyorlardı.Bunun dışında küçük mangallarla kendilerini ısıtıyolardı. Osmanlı'lar çok iyi hamamları ısıtmayı biliyorlardı.İsteselerdi tüm Sarayı altan ısıtma ile ısıtabilerlerdi. Lakin böyle bir kültür bizde yoktur. O yüzden hamamlarda  bu teknolojiyi kullanmışlardır. Sarayda bilindiği kadarıyla Hünkar Sofası'nın altan ısıtması vardır yani bu yer dışında bu teknoloji tercih edilmemiş ve onun dışındaki Saray kısımlarında içi kürklü kaftanlar giymişlerdir.


Valide dairesine bakıldığında odanın sol tarafında bir şömine vardır. Saray hem mangal hem de şöminelerle ısıtılıyordu. Hatta bir tane de Hünkar Sofrası'na gidilirken büyük bir şömine vardır. O şöine ana şöminedir ve ordan alınan kömürlerinde mangallarda kullanıldığı dile getiriliyor.Tabi Sarayın çok iyi ısıtılmaması insan ömrü üzerinde de etkilidir. Orta Çağ ve Yakın Çağ'ın büyük kısmında insan ömrü çok kısaydı. Net bir istatistik çıkaramayız laki Saray'da ölümler özellikle çoçuk ölümleri çok fazlaydı.




Mekan soğuk, bakmak güç. Bugün düşündüğümüz gibi değil. Bir sürü kocaman penceleri var. Pencereleri düşünsenize kışın nasul ürkütücüdür ve o dönem çift cam durumu yoktu. Ancak yeşil perdeler indiriliyordu, bugün camilerin girişlerinde gördüğümüz muşamba yahut meşinlerden perdeler. Topkapı Sarayı büyük bir cadır gibi bütün pencereler bunlarla kapatılırdı. Dolayısıyla iç mekanlar biraz loştu yani bugün gördüğümüzden daha karanlık bir Saray.




















  • Harem nasıl bir yer ve buraya nasıl giriliyordu ?


Harem; Osmanlı Padişahlarının evi, dışarıya kapalıdır. İsmi de haram'dan geliyor. “Çok gizli bir yer” olan harem için tarihçi Tursun bey, “Eğer güneş, Farsçada aldığı sıfatıyla erkek olsaydı, onun bile kesinlikle içeri girmesine izin verilmezdi” demişti.
Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1478 yılında Topkapı Sarayı tamamlandığında, burada “Harem-i Duhteran” denilen küçük bir harem oluşturuldu.


Haremde yaşayan kadınlar çok küçük yaşlarda buraya gelirdi. Kırım, Rusya ve Çerkezistan başta olmak üzere buraya gelen kızlar, sarayda eğitim alır, 9 yıl hizmetten sonra “Itıkname” denilen özgürlük belgeleri ile güzel bir çeyiz alarak saraydan ayrılabilirlerdi.
Haremde, kadınlar nasıl davranmaları gerektiğini öğrenir, özellikle müzik konusunda eğitim alırlardı. Baş kahyanın denetimindeki kadınlar, dikiş dikmesini, Türk müziği aletlerini çalmayı öğrenirlerdi. Hatta Türk müziğinin önemli bestekarlarından Leyla Saz ve Dilhayat Kalfa haremden çıkmıştı.
Bunların içerisinde çok az kişi “padişahın eşi” olma sıfatını kazanabiliyordu. Zaten aile yaşantısı gereği bunların büyük bir kısmı padişahı göremiyor, bir kısmı hizmetli olarak çeşitli hizmetlerde çalışıyorlardı. Bunlar saraya ilk geldiklerinde kendilerine farklı isimler veriliyordu. Kendilerine İslam geleneğinde yaşamanın kuralları öğretiliyor, buna göre kişilikleri ve zarafetlerine göre Şehnaz, Gülnaz, Nazgül ve Şeminur gibi güzel isimler verilirdi. Bunlar arasında dikkat çeken Nakşidil Sultan'ın ismi de “gönüller süsü” anlamına geliyor.
Padişahın gözdesi olmayanlar ise evlenmek isterlerse saraydaki uygun kişilerle evlendirilirlerdi. Ellerine her ay 9-30 akçe gibi bir maaş verilirdi.




  • Harem'in Duvarında Bulunan Yazının Sırrı Neydi? 


Haremdeki kızlar, “ağızlarının sıkı olması, haremdeki hayat ile ilgili hiçbir bilgiyi dışarıya anlatmamalarıyla” ün kazanmışlardı. Ancak harem duvarlarındaki bazı yazılar, haremdeki çekişmeler ve bazen haksızlığa uğramanın verdiği çaresizliğin yazıya dönüşmüş hali olarak dikkat çekiyor.
Haremde valide dairelerinin altında bodrum kısmında bir odanın duvarında yer alan iki yazıda şu ifadeler göze çarpıyor:
“(İki yek kuruşluk ayna kayboldu/Bunda oturanı hırsız tuttu, bu asrın ademleri) ve (Bağrı yanık Dilferib, Allah Garip, Allah Garip Aman Aman)”
Yazıdan cariyelerden birinin diğer harem sakinleri tarafından bir şey çalmakla suçlandığı, diğerinin haksız yere iftiraya uğradığı anlaşılıyor. Bu yazılardan cariyelerin okuma ve yazma bildikleri de anlaşılıyor.


  • Tarihi Emanetler Nasıl Muhafaza ediiliyor?


Uygarlığımızın bütün şaheserleri, hafızası bu sarayda bizim için korunuyor. Yani Mümkün olduğu kadar kıymetli kumaşlar, dokuma kültürümüz ve bunların desenleri, yastıklar, kaftanlar, mücevherler, muhteşem seramikler Osmanlı Tarihi boyunca da korunmuştur. Bu Saray hakikaten bizim uygarlığımızın hafızasının olduğu bir yerdir. Osmanlı'larda bunun farkındaydı tabiki mücevherlerden ziyade emin olun ki bir 16. yüzyıl kaftanı da bize çok şey öğretir. Vefat eden padişahların böyle özel eşyaları saklanıyordu. Yavuz'un döneminden itibaren bu hazire dairesi denilen daire -bugünkü o eski Fatih Köşkü- orayı bir hafıza odası gibi muhafaza ettiler ve tahta çıkan padişahları oraya götürüp gezinti yaptırdılar. Yani kimliği oluşturan bütün unsurları burda onlar adına saklıyorlardı. Mesela mutfaktaki Onbin civarında Çin-Japon porselen takımı -imari porselen de denilir- Bugün Dünya'nın en büyük üç Çin Porselen Koleksiyonlarından bir tanesi olarak burada muhafaza ediliyor.
Şunu da bilmek gerekir.



Bugün Beşiktaş Deniz Müzesi'nde Ondört tane Saltanat Kayığı var. Bugün Dünyada 193 Ülke Toplam 42 Saltanat Kayığı bulunmakta ve biz Dünya'nın 1/3'ne sahibiz. Bu da koskaca Dünya'da Osmanlı'nın görkemini gösteren başka bir şey. Bu Saltanat Kayıkları Topkapı Sarayı'nın altındaki sepetçiler kasrı'nda muhafa edilirdi ve buradan Haliç'e veya Sadabata gidilirdi.










  • Topkapı Sarayı'na  herkes girebiliyor muydu ?
Saray Bir Muammaydı. Bütün şehri ziyaret eden seyyahlar, elçiler ve bu şehirde yaşayanlar için Saray bir muammaydı. Ancak Sultan'ın ailesi ve kendisi burada yaşardı. Onlar içinde şehir tam bir muammaydı. Sadece sarayda ders veren, eğitim verenler buraya giriş çıkış yapabilirdi.Yaşayanların sayısı dışbahçe ile birlikte binleri buluyordu. Bostancılar var o bahçeleri koruyanlar, Saray'ı koruyanlar, hizmet edenler, ocağı yakanlar, Enderun'daki delikanlılar, Harem'deki genç kızlar...  sayı hakikaten kalabalıktı. Her gün 20 bin kap yemek yapıldığı söyleniyor. Hatta bir dönem sadece mutfakta 1253 kişi çalışmıştır. Bu da gerçekten çok ciddi bir sayıdır. 



Tabiki 700 bin metrekarelik bir alan ve Saray çok geniş bahçelere sahip, Sarayın hem marmara hem de haliçe bakan muhteşem terasları var. Ki bunların haliç tarafı bugün gülhane parkı dediğimiz taraf kısmen korunmuş lakin öbür tarafı harikadır ve hiç el değmemiştir.Sadece zamanında yapılan Tren yolu buraya zarar vermiştir. burada çok güzel köşkler varmış, Osmalı'nın bahçe Mimarisinin en güzel örnekleri marmara tarafuna bakan yerde olduğu söylenir Lakin Abdülaziz bunlara pek ilgi göstermemiş ve tam o sırada Demiryolu Hattı İstanbul'a gelmiş. 1870'lerde demiryolu buradan geçirmişler. Hem bizans hem de osmanlı sarayının dış bahçeleri harap olmuş. hatta o dönemde bu durumm tartışılır ve bahçelerin sahibi Abdülazize sorulur. Aziz; 'Memlekete demiryolu gelsin de sırtımdan bile geçse razıyım.' dşye kendi yazısıyla bir not düşmüştür.


  • Topkapı Sarayı'nın Altında Yatan Sarnıçların Gizemi Nedir? 

 Topkapı Sarayı sadece şüphesiz sadece Bizans'a değil Antik Bizantion Kentinin üzerinde yani Bizans İmparatorluğun başkenti Konstantinapolis'in en nadide mahalleleri buradaydı. Ama onlarında altında Antik Bizantion kenti vardı. Topkapı Sarayı'nın altında 12 bin metrelik kültür toprağı vardır. 12 bin metre boyunca kentin neredeyse 4- 5 bin yıllık tarihini izleyebiliriz. Lakin altında mahzenler,dehlizler de mevcut.  Gidenler bilirler. Topkapı Sarayı’nda iki kulesiyle oldukça etkileyici bir girişi olan 2. avlunun ana yolu olan ve padişah yolu olarak bilinen yolun üzerinde bir sarnıç bulunuyor. Üzerindeki tabelada 5. ve 6. yüzyıla ait olduğu yazılan sarnıç Topkapı Sarayı’nın gözönünde olan tek sarnıcı.

Gözönünde diyorum çünkü görülmeyenleriyle beraber bu sarnıçlardan Topkapı Sarayı’nda 43 tane bulunuyor. İstanbul’da yaklaşık 150 sarnıcın olduğu düşünülürse Topkapı Sarayı’nın sarnıç açısından ne kadar zengin bir alan olduğu rahatlıkla görülebilir.
Bu 43 sarnıcı, sarnıçlara uzanan su yolları ile beraber topladığımızda ise elde ettiğimiz uzunluk yaklaşık 1 kilometreyi buluyor. Yani Topkapı Sarayı’nın altında su yollarından ve sarnıçlardan oluşan devasa bir labirent var.

Hatta bu labirentlerden biri Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusundan başlıyor ve Harem’in tuvaletinden çıkıyor.  Kutsal Emanetlerin saklandığı III. Avludaki Hırka-i Saadet dairesinin önündeki yerde yeralan kapaktan 5 yüzyıldan kaldığı tahmşn edilen sarnıça açılıyor . Bu sarnıç adeta bir su altı şehri ve Güneş görmediği için yosun tutmayan sutünlardaki haç motifleri Osmanlı öncesini işaret ediyor. Osmanlı döneminde depo olarak kullanılan bu sarnıç bugün ise asıl işlevini koruyor. Burada yer alan su bugün Topkapı Sarayı'nın bahçe sulamasında kullanılıyor. Topkapı Sarayının altında sadece sarnıçlar değil başka binalara ait altyapılarda var. Hatta burası Akropol  olduğu için Bizans'tan önce Romalılar devrinde kullanılmış kalıntılar ve yapılarda bulmak mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder